DÜZCE
İLİ
AİLE
HEKİMLİĞİ PİLOT UYGULAMASI
DEĞERLENDİRME RAPORU
ÖNSÖZ
“Sağlıkta Dönüşüm Programı” hızla yaşama geçirilmekte, sağlık
“hak” olma özelliğini yitirip meta haline gelmektedir.
Üniversitelerde döner sermaye uygulaması ile başlayan süreç,
sağlık ocaklarına yazar kasanın yerleştirilmesi, hastanelerde
ve sağlık ocaklarında performans, sözleşmeli personel
uygulamaları ile devam etmektedir. Bir yandan da kamu
kurumları olan hastanelere ve sağlık ocaklarına gerekli
yatırımlar yapılmayarak, hızla bu kurumlar işlevsiz hale
getirilmeye çalışılmaktadır. Son uygulama, Aile Hekimliği
Pilot Uygulamasıdır (AHPU). Düzce’den başlayan sürecin 2006
yılında 10 ile yayılması planlanmaktadır.
Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın birinci basamakta hizmet sunumu
olarak Aile Hekimliği tercihi, devletin yeniden yapılanması
sürecinin bir parçasıdır. Yeniden yapılanmadan kastedilen;
devletin sosyal işlevlerinden (eğitim, sağlık vb.)
çekilmesidir. Devletin minimalize edilmesi ve sadece
düzenleyici işlev üstlenmesidir. Bu program kapsamında birçok
yasa mecliste kabul edilmiş ve asıl belirleyici olan tasarılar
da (Kamu Yönetimi Temel Kanunu, Sosyal Güvenlik Reformu)
meclis gündemindedir. Bu nedenle AHPU’ya daraltılmış değil,
bütüncül bir bakış açısı ile yaklaşmak gerekmektedir. Aksi
takdirde hekimin günlük çıkarı ile sınırlı bir tartışma
ortamına odaklanmış ve vatandaş ile sağlık çalışanlarını karşı
karşıya getiren bir durum kaçınılmaz olacaktır.
AHPU, hekimlerin kabul edip etmemesi ile sınırlı bir uygulama
olarak tartışılmak istenmektedir. AHPU hekimi olduğu kadar
hekim dışı sağlık personelini ve bu iş kolunda çalışan diğer
çalışanları da etkilemektedir. Unutulmaması gereken AHPU’nun
sağlık çalışanları kadar (hatta daha fazla) toplumu
ilgilendirmesidir. Ülkenin ekonomik kaynaklarının kötü
kullanımı ve halkın sağlığına getireceği olumsuzluklar göz
ardı edilmeye çalışılmaktadır.
AHPU sağlık hizmet sunumuna özel, sağlık alanındaki diğer
uygulamalardan bağımsız teknik bir konu olarak ele
alınmalıdır. AHPU mutlaka “Sağlıkta Dönüşüm Programı”nın diğer
iki bileşeni olan Genel Sağlık Sigortası, Hastanelerin
İşletme Haline Getirilmesi (özelleştirilmesi) ile birlikte
değerlendirilmelidir.
Halk sağlıkçılar olarak sürece sessiz kalmamak için “Halk
Sağlıkçılar Sağlıkta Dönüşümü Tartışıyor” adı ile
düzenlediğimiz iki günlük etkinlikte konu tüm yönleri ile ele
alındı. Etkinlik TTB-Halk Sağlığı Kolu öncülüğünde Halk
Sağlığı Uzmanları Derneği işbirliği gerçekleştirildi. Birinci
gün, uygulama alanı olan Düzce İli’ne değişik üniversitelerden
gelen yaklaşık 50 halk sağlıkçı ile bir inceleme gezisi
yapıldı. İkinci günde; Devletin Yeniden Yapılanması/Kamu
Yönetimi Temel Kanunu, Sosyal Güvenlikte Dönüşüm, Sağlık
Finansmanında Dönüşüm-Genel Sağlık Sigortası, Sağlık Hizmet
Sunumunda Dönüşüm-Aile Hekimliği ile ilgili sunumlar yapılarak
konu bütüncül bir bakışla ele alındı. Yine geziye ve ikinci
gün etkinliğine katılan halk sağlıkçılar bir forumla, AHPU ile
ilgili değerlendirmelerini paylaştılar.
Düzce inceleme gezisine katılanların kolektif çalışması ile
hazırladığımız bu raporda, Aile Hekimliği Pilot Uygulaması’nı
halk sağlığı bakışı ile ele aldık. Bu rapor ile; halk
sağlıkçılar olarak, tüm ülkeye yaygınlaştırılması düşünülen
Aile Hekimliği Pilot Uygulaması ile ilgili görüş, eleştiri ve
kaygılarımızı daha geniş çevrelerle paylaşmayı hedefledik.
TTB-HALK SAĞLIĞI KOLU
DÜZCE İLİ AİLE HEKİMLİĞİ PİLOT UYGULAMASI
DEĞERLENDİRME RAPORU
GİRİŞ
Sağlıkla ilgili gündemin hızla değiştiği,
“sağlıkta dönüşüm” programının yoğun biçimde tartışıldığı bir
süreç yaşıyoruz. 28 Eylül-1 Ekim 2005 tarihlerinde
Kızılcahamam’da düzenlenen 9. Ulusal Halk Sağlığı Günleri’nde
bir grup Halk Sağlıkçı tarafından Düzce’de başlatılan Aile
Hekimliği Pilot Uygulaması’nın yerinde incelenmesi amacıyla
bir etkinlik düzenlenmesi yönündeki girişim, 18-21 Ocak
2006’da Ankara’da düzenlenen II. Çevre Hekimliği Kongresi’nde
şekillendi. Türk Tabipleri Birliği Halk Sağlığı Kolu,
etkinliğin düzenlenmesi görevini üstlenerek çalışmalara
başladı ve “Halk Sağlıkçılar Sağlıkta Dönüşümü Tartışıyor”
başlıklı etkinlik, Türk Tabipleri Birliği Halk Sağlığı Kolu ve
Halk Sağlığı Uzmanları Derneği’nin işbirliği ve Halk Sağlığı
Anabilim Dalları temsilcilerinin katılımıyla 10-11 Mart 2006
tarihinde gerçekleşti. Etkinliğin ilk gününde Aile Hekimliği
Pilot Uygulamasını yerinde gözlemlemek ve değerlendirmek
amacıyla Düzce iline bir inceleme gezisi gerçekleştirildi.
Gezi kapsamında, önce Düzce İl Sağlık Müdürlüğü ziyaret
edilerek İl Sağlık Müdürü ile bilgilenme toplantısı yapıldı,
daha sonra gruplara ayrılarak çeşitli bölgelerdeki Aile
Sağlığı Merkezleri ve Toplum Sağlığı Merkezleri’nde
incelemeler ve bu birimlerde görevli sağlık personeli ile
görüşmeler gerçekleştirildi. Etkinliğin ikinci gününde genel
sağlık sigortası ve aile hekimliği modeli tartışıldı ve Düzce
izlenimlerinin kamuoyuyla paylaşılmasını hedefleyen bir basın
açıklaması (ek-1) yapıldı.
Hazırlanan bu rapor, etkinlik kapsamında, Düzce izlenimlerinin
daha geniş çevrelerle paylaşılması kararından hareketle
oluşturuldu. Rapor, ülke geneline yaygınlaştırılması planlanan
pilot uygulama kapsamında yaşananları paylaşmayı,
sosyalleştirilmiş sağlık hizmetlerinin çökertilmesini ve
sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesini sağlayarak ülke
geleceğine ipotek koyan bu girişime karşı verilen mücadeleyi
genişletmeyi amaçlıyor. Ve her şeyden öteye, Halk Sağlıkçılar
tarihe not düşüyor.
GÖZLEMLER, SAPTAMALAR VE DÜŞÜNCELER
Pilot Uygulama
Plansız bir pilot uygulama örneği
9.12.2004 tarih ve 25665 sayılı Resmi Gazete’de
yayınlanan 5258 Sayılı Aile Hekimliği Pilot Uygulaması
Hakkında Kanun’un 1. maddesinde düzenlemenin amaç ve kapsamı
“Sağlık Bakanlığı’nın pilot olarak belirleyeceği illerde,
birinci basamak sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi, birey
ihtiyaçları doğrultusunda koruyucu sağlık hizmetlerine ağırlık
verilmesi, kişisel sağlık kayıtlarının tutulması ve bu
hizmetlere eşit erişimin sağlanması amacıyla aile hekimliği
hizmetlerinin yürütülebilmesini teminen görevlendirilecek veya
çalıştırılacak sağlık personelinin statüsü ve mali hakları ile
hizmetin esaslarını düzenlemek” olarak belirtilmektedir. Pilot
uygulamadan beklenen temel yarar, önerilen modelin ülke
geneline yaygınlaştırılması öncesinde, belirli bir bölgede
denenerek değerlendirilmesi ve elde edilecek çıktılar
doğrultusunda gerekli iyileştirmelerin yapılmasıdır. Böyle bir
çaba, denenecek modelin ayrıntılı biçimde planlanması,
başlangıçtaki durumun saptanması, uygulamaya geçilmesi,
uygulamaların geliştirilen ölçütlerle izlenmesi ve
değerlendirilmesi, elde edilen sonuçların tartışılması ve
saptanan olumsuzluklara yönelik çözümler geliştirilmesi gibi
süreçleri gerektirmektedir. İnceleme gezisi kapsamında,
özellikle İl Sağlık Müdürü ile yapılan görüşmede bu konuya ve
aile hekimliği uygulamalarına başlama gerekçesine yönelik
sorulara tatmin edici yanıtlar alınamamıştır. İl Sağlık
Müdürlüğü uygulama öncesi Düzce’de sağlık düzeyi ölçütlerinin
ne durumda olduğunu, değerlendirmenin hangi ölçütler dikkate
alınarak, kimler tarafından yapılacağını, uygulama
sonuçlarının nasıl tartışmaya açılacağını, sonuçlarla ilgili
kimden ve nasıl görüş alınacağını açıklamamıştır. Dolayısıyla,
uygulama öncesi hazırlıkların ve uygulamaya yönelik
değerlendirmelerin yetersiz, plansız ve bilimsellikten uzak
olduğu gözlemlenmiştir.
Uygulamalar “pilot” özelliğine sahip değildir
Aile hekimliği modelinin 3 temel özelliği ve belirleyicisi
prim toplanması, hizmetin toplanan primlerle finanse edilmesi
ve sevk zinciri uygulamasıdır. Düzce’de denenen model
kapsamında Aile Sağlığı Merkezleri tarafından sunulan
sağaltım, laboratuar, bağışıklama ve izlem hizmetleri ücretsiz
olarak sunulmakta, herhangi bir prim veya katkı payı
alınmamakta ve harcamaların tümü Sağlık Bakanlığı tarafından
kamu bütçesinden karşılanmaktadır. Denenen uygulamaların
modelin temel unsurlarından yoksun olması, uygulamaları
“pilot” olma özelliğinden uzaklaştırmaktadır ve sonuçta elde
edilecek değerlendirmelerin de eksik olmasına neden olacaktır.
İl sağlık Müdürlüğü modelin maliyetine yönelik bir çalışmanın
Hacettepe Üniversitesi’nden bazı akademisyenlerce yapılacağını
belirtmiştir. Ancak, hizmet maliyetini belirleyecek ana
unsurların uygulanmıyor olması, bu araştırmadan elde edilecek
sonuçların daha şimdiden kısıtlı olacağını düşündürmektedir.
Modelin temel unsurlarından biri olan “sevk zinciri” de Düzce
örneğinde uygulanmamaktadır. Düzce’de yaşayanlar, birinci
basamak sağlık hizmetlerinden yararlanmak için kayıtlı
oldukları aile hekimlerine başvurabildikleri gibi, herhangi
bir sevk belgesine gereksinim duymadan, diğer sağlık kurum ve
kuruluşlarından da yararlanabilmektir. Sevk zinciri gibi
modelin temel unsuru olan bir uygulamanın niçin denenmediği
sorusuna İl Sağlık Müdürü “Bakanlığın bu konuda görüşünü
aldığını ve pilot uygulamada sevk zincirinin olmasına gerek
duymadığı” yanıtını vermiştir.
Sevk zinciri ile ilgili diğer bir tartışma konusu da Sağlık
Bakanlığı’nın uygulamaya karşı gösterdiği tutumdur. Sağlık
Bakanlığı her fırsatta aile hekimliği modelinin temel
unsurlarından ve en önemli yararlarından birinin sevk
zincirinin çalıştırılması olacağını belirtmektedir.
Sosyalleştirilmiş sağlık hizmetlerinin de en önemli
unsurlarından birini oluşturan ve sevk zinciri terimiyle
adlandırılan basamaklandırılmış sağlık hizmetleri yaklaşımının
uygulanması için yeni bir yasal düzenlemeye gerek yoktur.
Sağlık Bakanlığı’nın göstereceği kararlı bir tutum, sevk
zincirinin ülke genelinde uygulanması için yeterlidir. Sağlık
Bakanlığı’nın “madem bu kadar önemli buluyorsunuz, öyleyse
niçin uygulamıyorsunuz?” sorusuna ısrarla yanıt vermediği ve
sosyalleştirilmiş sağlık hizmetlerini sistemli bir biçimde
çökertebilmek ve başarısız gösterebilmek için aynı ısrarla
uygulamaktan kaçındığı sevk zinciri uygulamasını, yeni bir
uygulama gibi aile hekimliği modeliyle birlikte gündeme
getirmesi ise inandırıcılıktan uzaktır. Üstelik, Sağlık
Bakanlığı, geçmişteki inandırıcılıktan uzak tüm söylemlerine
karşın, yeni model ile yeniden ısrarla önemini vurguladığı ve
yeni yasal düzenlemeye de eklediği sevk zincirini, daha önce
belirtildiği gibi, Düzce denemesi kapsamında gereksiz
görülerek uygulamaya almamıştır. Bu örnek bile, tek başına,
Sağlık Bakanlığı’nın Düzce uygulamasını gerçekçilikten
uzaklaştırmaya yetmektedir.
Söz konusu üç temel unsur, prim toplanması, hizmetin toplanan
primlerle finanse edilmesi ve sevk zinciri uygulaması, aynı
zamanda hizmeti kullananların bu uygulamaya göstereceği tepki
ve kabulleniş yönünden de önem taşımaktadır. Bu durumda,
uygulama sonrası elde edilecek sonuçlar, halkın hizmeti
kabullenmesi ve benimsemesine yönelik düşüncelerini
yansıtmayacaktır.
Tüm bu eksiklikler, Düzce’de yürütülen uygulamaların, ülke
geneline yaygınlaştırılma öncesinde sağlayacağı bilgilerin
bilimsellikten uzak olmasına neden olacak niteliktedir.
Denenmesi planlanan bir modelin temel unsurlarını içermeyen
bir uygulamanın “pilot uygulama”, hatta “pre-pilot uygulama”
niteliğinde olması ise kabul edilemeyecek bir olgudur ve ülke
geneline yaygınlaştırma kararının verilmesi öncesinde ortaya
çıkacak sonuçları bilimsellikten uzak olmaya mahkum
etmektedir. Denenen modele bir isim bulmak gerekiyorsa, bu
isim, İl Sağlık Müdürlüğü’nün de belirttiği gibi “ pilot
uygulama değil, Düzce Modeli” olmalıdır.
İl Sağlık Müdürlüğü, uygulama sonuçları ne olursa olsun
Bakanlığın modeli ülke geneline yaygınlaştırmakta kararlı
olduğunu ifade etmektedir. Sağlık Bakanlığı, uygulamanın
başlangıcında, 15 Eylül 2005’de Düzce’de denenmeye başlanan
modelin bir yıllık bir uygulama sonrası değerlendirileceğini
ve buradan elde edilen sonuçlara göre de yaygınlaştırılacağını
belirtmesine karşın, 10 yeni il belirlemiş ve denemenin
değerlendirilmesi için gerekli olduğunu belirttiği sürenin
dolmasını beklemeye gerek duyulmadan, hazır olan illerde
Haziran 2006’dan itibaren Aile Hekimliği Modeli’nin
yaygınlaştırılacağını açıklamıştır. Başarısızlık olasılığını
gözardı ederek, yangından mal kaçırma hızında süren
yaygınlaştırma süreci tümüyle kaygı verici boyuttadır ve pilot
uygulamalardan beklenen “geri dönülebilirlik” özelliğini de
yok etmektedir.
Düzce Modeli’nde hukuksal kaygılar
5258 Sayılı Aile hekimliği Pilot Uygulaması Hakkında Kanun’un
3. maddesinde Aile Hekimi ve aile sağlığı elemanlarına
yapılacak ödeme tutarlarının tespitinde çalışılan bölgenin
sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyi, aile sağlığı merkezi
giderleri, tetkik ve sarf malzemesi giderleri, kayıtlı kişi
sayısı ve bunların risk grupları, gezici sağlık hizmetleri ile
aile hekimi tarafından karşılanmayan gider unsurları gibi
kriterlerin esas alınacağı belirtilmektedir. Aynı kanunun
kamuya ait taşınmazların kullanımını düzenleyen 4. maddesinde
ise, hazine, belediye veya il özel idaresine ait
taşınmazlardan aile sağlığı merkezi olarak kullanılması uygun
görülenlerin, Maliye Bakanlığı, belediyeler veya il özel
idarelerince bu amaçla kullanılmak üzere doğrudan aile
hekimlerine kiraya verilebileceği belirtilmektedir. Düzce’de
oluşturulan aile sağlığı merkezleri, deprem sonrası hemen
tümüyle yeniden yapılandırılan ve ülkemizin diğer bölgelerine
oranla daha avantajlı ve iyi durumda olan, bu anlamda
sosyalleştirilmiş sağlık hizmetleri’nden iyi biçimde
devralınan, uygulama öncesinde yeniden bakım ve onarıma alınan
birinci basamak sağlık kuruluşlarında hizmet vermektedir. Şu
ana kadar bu taşınmazların kiraya verilme koşulları ile ilgili
bir yasal düzenleme oluşturulmamış ve aile hekimlerinden,
kendilerine yapılan ödeme de dikkate alınmasına karşın, bu
kullanımları karşılığında herhangi bir ücret talep
edilmemiştir. Ayrıca, aile hekimlerine, söz konusu kurumlarda
bulunan sarf malzemesi ve yakıt gibi unsurları herhangi bir
ödeme yapmadan kullanabilecekleri, bitmesi halinde ise kendi
imkanlarıyla temin edecekleri belirtilmiştir. Bu durum, kamuya
ait malların, herhangi bir düzenlemeye bağlı olmadan, özel
kullanıma açılması anlamına gelmektedir. Söz konusu uygulama,
hızla süren yaygınlaştırma çabaları dikkate alındığında,
uygulama öncesi kamu bütçesi ile elden geçirilen,
iyileştirilen ve organize edilen olanakların özel sektöre
aktarılması yönündeki kaygıları destekleyici niteliktedir.
Hizmet Sunumu
Bütüncül yaklaşımdan uzak görev tanımı
6.7.2005 tarih ve 25867 sayılı Resmi Gazete’de
yayınlanan Aile Hekimliği Pilot Uygulaması Hakkında
Yönetmelik’in 4. ve 5. maddeleri aile hekimleri ve aile
sağlığı elemanlarının görevlerini tanımlamaktadır. Yapılan
inceleme gezisinde, İl Sağlık Müdürlüğü, aile hekimlerinden
hizmete yönelik beklentilerinin poliklinik hizmetleri, hasta
sevki, bağışıklama ile gebe, loğusa, bebek ve çocuk
izlemlerinden oluşan 4 başlıkla sınırlı olduğunu belirtmiştir.
Görüşülen aile hekimleri de kendilerinden beklenen hizmetin bu
kapsamda olduğunu belirtmişlerdir. Aile hekimlerinin iş
tanımına yönelik bu ilginç beklenti, hekimlik uygulamalarının
bütüncül yaklaşımını yok eden, çağdaş sağlık anlayışından
uzaklaşmayı ve ilerlemek yerine geriye savrulmayı ifade eden
bir niteliğe sahiptir.
Koruyucu hizmetlerin önemini yitirdiği tedavi öncelikli
hizmet modeli
Aile Hekimliği Pilot Uygulaması Hakkında Yönetmelik’in 3.
maddesi aile hekimini kişiye yönelik koruyucu sağlık
hizmetleri ile birinci basamak teşhis, tedavi ve rehabilite
edici sağlık hizmetlerini, yaş, cinsiyet ve hastalık ayrımı
yapmaksızın, her kişiye kapsamlı ve devamlı olarak belli bir
mekanda vermekle yükümlü, gerektiği ölçüde gezici sağlık
hizmeti veren ve tam gün esasına göre çalışan hekim olarak
tanımlamaktır. Sağlığı koruyucu ve geliştirici hizmetler ile
sağaltım ve esenlendirme hizmetlerinin planlı ve entegre bir
biçimde sunulması çağdaş sağlık hizmetleri anlayışının temel
ve vazgeçilemez bir ögesidir. Bu hizmetlerden herhangi
birisinin “fırsat buldukça” verilmesi, toplum sağlığını tehdit
edici özelliğe sahiptir. Düzce’de uygulanan model kapsamında
aile hekimlerinin sunduğu koruyucu hizmetler önceliğini
yitirmiş durumdadır. Aile hekimleri, poliklinik ve kayıt iş
yüklerinin eskiye oranla artığını ve zamanlarının önemli bir
kısmını aldığını, risk gruplarının periyodik izlemleri, aile
planlaması ve bağışıklama gibi koruyucu hizmetleri ise ancak
kendilerine başvuranlara sunabildiklerini belirtmektedir.
Koruyucu hizmetlere yönelik planlı bir uygulamadan yoksun bu
tablo kaygı vericidir. Sosyalleştirilmiş sağlık hizmetlerinin
vazgeçilemez aktif hizmetlerinden olan koruyucu sağlık
hizmetlerinin, aile hekimliği modelinde sadece başvuranlara
sunulan edilgen hizmetler haline getirilmesi toplum sağlığına
yönelik kaygıları arttırmaktadır. Aile hekimliği modeli bu
yaklaşımıyla olası toplumsal riskleri bünyesinde barındıran
bir hizmet modeli olma özelliğindedir.
Çağdaş sağlık hizmetleri yaklaşımında bütüncül bir biçimde
sunulması gereken bazı toplumsal hizmetlerin parçalanarak ayrı
birimlerce yürütülmesi planlanmıştır. Örneğin, bulaşıcı bir
hastalık ile karşılaşılması durumunda aile hekimlerinin
sorumluluğu yalnızca bildirim ile sınırlıdır. Bu bildirimlerin
Toplum Sağlığı Merkezleri’nce izlenmesi ve değerlendirilmesi,
gerekli müdahalenin de bu merkezlerce yapılması
beklenmektedir. Uygulamanın başlangıcında aile hekimlerine
dağıtılan nüfus, sosyalleştirilmiş sağlık hizmetlerinin temel
işlevini yürüten sağlık ocaklarına bağlı bölgelerden
oluşturulmuştur. Modelin 6. ayını takiben başlatılacak olan
hekim seçme uygulaması bu durumu daha da tehlikeli hale
getirecektir. Bu uygulama ile aile hekimleri farklı
bölgelerden nüfusları kaydedebilecek ve bulaşıcı hastalık
bildirimlerinin bölgesel özelliklerini saptamak zorlaşacaktır.
Böyle bir olasılık, bulaşıcı hastalık salgınlarının
belirlenememesi veya geç belirlenmesi gibi sonuçlara yol
açarak telafisi olanaksız toplumsal zararlara neden olacaktır.
Benzer biçimde ülkemiz için özel öneme sahip aile planlaması
hizmetleri de toplumsal ölçekli bir planlamadan yoksun biçimde
sadece başvuranlara sunulmaktadır ve daha şimdiden aksamalar
yaşanmaktadır. Örneğin, rahim içi araç uygulama sertifikasına
sahip bir aile hekimi ya da yardımcı sağlık personeli,
sosyalleştirilmiş sağlık hizmetlerinde bir sağlık ocağı
bölgesinde yaşayan daha büyük bir nüfusa hizmet sunarken, aile
hekimliği modelinde sadece birlikte çalıştığı aile hekiminin
kayıtlarında bulunan daha küçük bir nüfusa hizmet sunmaktadır.
Yaşanan bu gelişme karşısında aile hekimlerinin bir bölümü
modern aile planlaması yöntemleri içinde önemli yere sahip
olan rahim içi araç uygulaması hizmetini sunmamaya
başlamıştır. Aile planlaması hizmetlerinde kondom ve hap
dağıtımın ağırlık kazanmış, danışmanlık hizmeti ve kişinin
yöntemi seçimi gibi hakları göz ardı edilmiştir.
Sağlık hizmetinin ana unsurlarından olan sahada hizmet
verilmesi yerini aile hekimliği merkezlerinin muayene
odalarına sıkıştırılmış hizmete bırakmıştır. Saha hizmetleri,
bu kısa sürede (altı aylık) bile azalmış, sahada hizmet veren
ebe aile hekimliği merkezlerinde çalışmalarını yürütmek
zorunda bırakılmıştır. Bizim gibi sağlık bilinci yeterince
gelişmemiş toplumlarda, ebenin sahada verdiği başta ana-çocuk
sağlığı hizmetleri olmak üzere, sağlık eğitimi, vb. hizmetlere
yeterince önem verilmediği gözlenmiştir. Kişinin yaşadığı
ortamla birlikte değerlendirilmesi, hizmetin kişinin ayağına
götürülmesi ilkeleri göz ardı edilmiştir. Saha hizmeti,
hekimin nüfus kaydetmek için yaptığı ev ziyaretlerine
indirgenmiştir. Düzenli yapılması gereken doğurgan çağ kadın
izlemleri, gebe-loğusa izlemleri, çocuk izlemleri aile
hekimliği merkezlerine başvuran kişilerle sınırlı tutulmuştur.
Sahada hizmet verilmemesi, özellikle sosyo-ekonomik yapının
düşük olduğu bölgelerde, sağlık hizmetine değişik nedenlerle
ulaşmada güçlük çeken gruplara (ekonomik, kültürel inançlar,
kalabalık aile vb.) koruyucu sağlık hizmetlerinin verilmemesi
anlamına gelmektedir.
Koruyucu hizmetlerin yetersiz sunumu başka bir sorunu daha
beraberinde getirmektedir. 5258 Sayılı Aile Hekimliği Pilot
Uygulaması Hakkında Kanun’un 3. maddesinde, Sağlık
Bakanlığı’nca belirlenen standartlara göre, koruyucu hekimlik
hizmetlerinin eksik uygulanması halinde aile hekimlerine
yapılan ödeme tutarından kesinti yapılacağı belirtilmektedir.
Koruyucu hizmetlerin belirgin biçimde önemini yitirdiği,
plansız ve yetersiz sunulduğu Düzce’de, yasal düzenlemede açık
biçimde yer alan bu yaptırım henüz uygulamaya koyulmamış ve
aile hekimlerinin ücretlerinden herhangi bir kesinti
yapılmamıştır. Bu çelişkili durumun iki temel nedeni koruyucu
hizmetlerin daha başlangıçtan önemini yitirmiş olması ve aile
hekimliği uygulamalarına yönelik belirgin bir denetim
mekanizmasının oluşturulmamasıdır. Sağlık Bakanlığı’nın, Aile
Hekimliği Pilot Uygulaması Hakkında Kanun adıyla, Düzce’deki
pilot uygulamayı düzenlemek için geliştirdiği yasal
düzenlemede yer alan unsurları, pek çok örnekte olduğu gibi bu
konuda da uygulamaması, bir yandan uygulamaların ciddiyetten
uzaklığı ve plansızlığını gözler önüne sererken, diğer yandan
farklı bir hukuksal tartışmaya da zemin hazırlamaktadır.
İnceleme gezisinde görüşülen aile hekimleri poliklinik iş
yükünün eskiye oranla belirgin biçimde arttığını ve günlük
hasta muayenesi sayısının 50-70 arasında seyrettiğini
belirtmişlerdir. Artışın diğer önemli bir yönü de, birinci
basamak sağlık hizmeti vermesi planlanan Aile Sağlığı
Merkezlerine yapılan poliklinik başvurularındaki artışa
karşın, yataklı tedavi kurumlarına yapılan poliklinik
başvurularında belirgin bir azalma gözlenmemesidir.
Dolayısıyla, poliklinik başvurularının 2. ve 3. basamak
kuruluşlar yerine birinci basamağa doğru yönleneceği ön kanısı
da asılsız hale gelmiştir. Aslında bu iş yükü artışı, tedavici
edici hizmet ağırlıklı aile hekimliği modelinde beklenen bir
sonuçtur. Ancak, bu değişimin gözardı edilememesi gereken
diğer bir yönü de hasta başına ayrılabilen sürenin
kısıtlanmasıdır. Aile hekimlerinin günlük ortalama hasta
sayısının 60 olduğu dikkate alınırsa, 8 saatlik normal bir
mesai içerisinde –aile hekimlerinin başka hiçbir iş yapmadığı
bile kabul edilse- her bir hastaya ayrılan süre 8 dakika
olarak gerçekleşmektedir. Bu süreye, hasta ile ilgili
kayıtların yapılması, fizik bakı, gerekli durumlarda
laboratuar sonuçlarının değerlendirilmesi ve reçete yazılması
gibi işlemler sığdırılmaktadır. Bazı aile hekimleri de salt
“yetiştirilemeyen poliklinik hizmetleri” sonucu artan düzensiz
çalışma saatlerinden yakınmaktadır. Söz konusu 8 dakikalık
süre, sunulan sağaltım hizmetlerinin niteliği ile ilgili
önemli şüphelere neden olmaktadır. Sonuçta, uygulanan hizmet
modeli, koruyucu hizmetlerin planlamadan uzak ve rasgele,
sağaltım hizmetlerinin ise yetersiz bir sürede, olasılıkla da
niteliksiz biçimde sunulduğu bir karmaşaya dönüşmüş
durumdadır.
Tedavi ağırlıklı hizmet modelinde üzerinde durulması gereken
diğer bir konu da, görüşülen aile hekimlerinin de sıkça ve “en
az %40-50 oranındadır” diye belirttiği ilaç tüketimindeki
artıştır. Konuyla ilgili tarafların tüm uyarılarına
kulaklarını tıkayan ve modeli ısrarla savunarak sonuna kadar
yaygınlaştırmaya devam edeceğini vurgulayan hükümet, Düzce’de
ortaya çıkan sağlık hizmetlerindeki maliyet artışlarını
açıklamalı ve hesabını vermelidir.
Sınırlandırılmış sevk uygulaması ve yazılamayan
ilaçlar
Bilindiği gibi bazı ilaçların birinci basamak
sağlık hizmetlerinde görevli pratisyen hekimlerce yazılması
yasal düzenlemelerle engellenmiş ve bu gruplarda yer alan
ilaçların reçete edilmesi yetkisi uzman hekimlere tanınmıştır.
Yoğun tartışmalara neden olan bu uygulama ülke genelinde
olduğu gibi Düzce’de de uygulanmaktadır. Söz konusu uygulama
birinci basamak sağlık hizmetlerine başvuran ve bu ilaçlara
gereksinim duyan hastaların zorunlu biçimde üst basamaklara
sevkini gerektirmektedir. 5258 Sayılı Aile Hekimliği Pilot
Uygulaması Hakkında Kanun’un 3. maddesinde, hasta sevk
oranlarının yüksek olması halinde aile hekimlerine yapılacak
ödeme tutarında kesinti yapılacağı belirtilmektedir. Bu durum
önemli bir çelişki yaratmaktadır. Aile hekimlerinin önemli bir
çoğunluğu pratisyen hekimdir. Bu hekimler, kendilerine
başvuran ve yazma yetkilerinin bulunmadığı ilaçlara gereksinim
duyan hastalarını sevk etmek konumundadır. Bu sevkler ise aile
hekimlerine tanınan “sevk kotası”nın zorunlu biçimde
aşılmasına ve ücret kesintisine yol açabilecektir. Söz konusu
çelişki de, modelin açmazlarından biri olarak çözüm
gerektirmektedir.
Destek kuvvet niteliğinde bir oluşum olarak Toplum Sağlığı
Merkezleri
Aile Hekimliğinin Pilot Uygulandığı İllerde Toplum
Sağlığı Merkezleri Kurulması ve Çalıştırılmasına Dair
Yönerge’nin 4. maddesi, Toplum Sağlığı Merkezleri’ni
“Bölgesinde yaşayan kişilerin ve toplumun sağlık hizmetlerini
organize eden, toplumun koruyucu hekimlik hizmetlerini sunan,
birinci basamak sağlık hizmeti veren kurumların kendi arasında
ve diğer kurumlar arasında eşgüdümünü sağlayan, idari
hizmetler ile sağlık eğitimi ve denetim faaliyetlerini yürüten
sağlık merkezidir” şeklinde tanımlamaktadır. Aynı yönergenin
görev ve yetkileri düzenleyen 9. maddesinde, Toplum Sağlığı
Merkezleri’nin sunduğu hizmetlerin “başlıcaları” şu şekilde
belirtilmektedir.
-
İdari ve mali hizmetler,
-
Çevre sağlığı hizmetleri,
-
Bulaşıcı ve kronik hastalıkları izleme ve müdahale
hizmetleri,
-
Aile Sağlığı Merkezleri
-
Koordinasyon hizmetleri ve yapılan işlerin bildirilmesi,
-
Lojistik hizmetleri,
-
Görüntüleme ve laboratuvar hizmetleri,
-
Hizmet içi eğitim hizmetleri,
-
Kayıtların tutulması ve denetim hizmetleri,
-
Acil sağlık hizmetleri,
-
Adli tıbbi hizmetler (ölüm raporu, defin/nakil izni),
-
Okul sağlığı hizmetleri,
-
İşçi sağlığı ve iş güvenliği hizmetleri,
-
Sağlık eğitimi hizmetleri,
-
Özel sağlık kuruluşlarını ruhsatlandırma ve denetimi,
-
Afet organizasyonu,
-
Kurullara ve komisyonlara katılım,
-
Yeşil kart hizmetleri,
-
Sağlık Müdürlüğünün verdiği diğer görevleri yapmak.
Açıkça görülebildiği gibi, Toplum Sağlığı Merkezleri, aile
hekimlerinden beklendiği ifade edilen 4 grup hizmetin
(poliklinik, sevk, bağışıklama ve izlem) dışında kalan tüm
hizmetleri yapması istenen bir “yedek kuvvet” niteliğindedir.
Üstelik bu yoğun iş yükünün, meslektaşları gibi aile
hekimliğini seçmediği için bu merkezlerde görevlendirilen,
aile hekimliğine geçen meslektaşlarından belirgin biçimde
düşük ücretle çalışan ve kendilerini “cezalandırılmış” olarak
duyumsayan sağlık personeli ile başarılması beklenmektedir.
Verilecek ilginç bir örnek, bu merkezlere yönelik beklentinin
boyutunu ve modelin plansızlığını gösterebilmek yönünde
yeterli olacaktır. Örneğin, İl sağlık Müdürlüğü ile yapılan
görüşmede bölgeye turist veya geçici işçi olarak gelenlerin
sağlık sorunu yaşadıklarında nereye başvuracakları
sorulduğunda aktarılan bilgi, bunun önemli bir sorun olmadığı,
bu nedenlerle Düzce’ye gelenlerin sayısının 30000 civarında
olduğu ve Toplum Sağlığı Merkezleri’nin bu gereksinimi
karşılayacağı şeklindedir. Bu bilginin gerçekçilikten ve
inandırıcılıktan uzak olduğu ortadadır. Denenen model 30000
kişilik bir nüfusa yaklaşık 10 aile hekimi ile hizmet
sunulması üzerine kurgulanmaktadır, sözü edilen 30000 kişi
kent nüfusunun %10’u kadardır, üstelik bunlar kentin geneline
değil belli bölgelerine yoğunlaşacaktır. Bu örnek bile,
ileride, Antalya Merkez, Alanya, Fethiye, Bodrum, Marmaris,
Kuşadası gibi turistik bölgelerde veya Adana gibi mevsimlik
işçi yoğunluğu yaşayan bölgelerimizde bu modelin afet
boyutunda yetersizliklere ve ne tür karmaşalara yol açacağının
bir göstergesidir. Yönergenin 9. maddesinde sayılan görevlerin
başlığının “sunduğu hizmetlerin başlıcaları” şeklinde yazılmış
olması da plansızlık içerisinde akla gelmeyen tüm hizmetlerin
bu “yedek kuvvet” ile sunulacağını göstermektedir.
Yönergenin iş sağlığı ve iş güvenliği hizmetlerini belirleyen,
“Bölgesindeki tüm işyerlerinin, özellikle gayrisıhhi müessese,
tehlikeli ve ağır iş yapan işyerlerinin kayıtlarını tutarak
oluşabilecek her türlü tehlike durumunu önlemek ve acil
müdahale yapabilmek için işyeri ve diğer kurumlarla işbirliği
yapar. İşyerlerinin kaza önleme çalışmaları hakkında bilgi
alır ve kayıt tutar. İşyeri hekimi ve aile hekimleri arasında
oluşabilecek problemleri çözer ve koordinasyon içinde
çalışılmasını sağlar. İşçi muayene ve tetkiklerinin periyodik
olarak yapılmasında işyeri hekimi ile işbirliği yapar”
şeklindeki 20. maddesi, modelin daha başlangıçta iş sağlığı
alanına yönelik sorunlara ve karmaşaya yol açacağını kabul
etmektedir ve başlı başına hukuksal bir tartışma konusu
yaratacak niteliktedir. Düzce Modeli’nde, daha önceden işyeri
hekimliği yapan hekimlerin aile hekimliğine geçmesi ve
sözleşmeli statüde olan bu hekimlerin aynı zamanda işyeri
hekimliklerine devam edememesi nedeniyle daha şimdiden iş
sağlığı hizmetlerinde aksamalar yaşanmaya başlamıştır. Modelin
yaygınlaştırılması ile yoğun sanayi kuruluşlarına sahip
bölgelerde neler yaşanacağının tahmin edilmesi kolaydır ve
beklenen tablo kaygı verici niteliktedir.
Belirsiz bir nüfusa hizmet
Aile hekimliği modeli, aile hekimlerinin kendilerine kayıtlı
nüfusa, tanımlanmış hizmetleri sunmasını amaçlayan bir model
niteliğindedir. Düzce’de ilk aşamada, hekim seçme uygulaması
başlatılmamış, sağlık ocaklarınca hizmet sunulan bölgelerin
aile hekimlerine dağıtılması planlanmış ve aile hekimlerinden
ilk 6 aylık süreçte bölgelerindeki nüfusu “ev ev dolaşarak”
kayıt altına almaları istenmiştir. İl Sağlık Müdürlüğü’nün
belirlemelerine göre 6 aylık bu süreç içerisinde yaklaşık
303000 olduğu tahmin edilen toplam nüfusun 220000’i kayıt
altına alınmış durumdadır. Başka bir ifade ile,
inceleme gezisinin gerçekleştiği tarihte, 15 Mart 2006’da
başlayacağı ifade edilen hekim seçme uygulamasından bir hafta
önce, nüfusun 1/3’ü halen kayıt dışındadır.
Aile hekimleri, “poliklinikten fırsat buldukça”
sürdürdüklerini belirttikleri nüfus tespiti çalışmalarında
muhtarlık kayıtlarına, ev ziyaretlerine ve bireysel
başvurulara güvenmektedir. Hizmet sunulacak nüfusun eksiksiz
biçimde kayıt altına alınması, hekim seçme uygulamasına geçiş
öncesinde, şimdi kaydettikleri bireylerin büyük olasılıkla
ileride de kendi kayıtlarında olacağını düşünen ve planlayan
aile hekimleri arasında ciddi bir kaygı yaratmakta ve
uygulamayı yarışmaya döndürmektedir. “Kayıtlarımda kaçak
olmasın diye, gittiğim evlerde tuvaletlere bile bakıyorum”
diyen, başlatılacak olan hekim seçme uygulaması öncesinde
meslektaşlarından daha fazla kişi kaydedebilmek için kendisine
başvuran hastalara balon ve buzdolabı süsü gibi eşantiyonlar
dağıtan aile hekimi örnekleri, Düzce’de yaşanan karmaşanın, ya
da bir aile hekiminin söylediği gibi “kurulan kara düzen”in
habercileri konumundadır.
Aile Sağlığı Merkezlerinde çalışan aile hekimleri, kendi
bölgelerinden olsun veya olmasın, başvuran herkese ücretsiz
hizmet sunmalarının istendiğini belirtmektedir. Bu durumda
yaşanan karmaşayı arttırmaktadır. Bölge, turizm
hareketliliklerine ve mevsimlik tarım işçilerinin geliş
gidişine açıktır. Bu tür dönemsel nüfus hareketlerine yönelik
herhangi bir önlem geliştirilmemiştir ve sorun olması halinde
Toplum Sağlığı Merkezleri’nin bu gruplara yönelik koruyucu ve
tedavi edici hizmetleri sunabileceği belirtilmektedir.
Dönemsel nüfus hareketlerinin önemli etkisi dikkate
alındığında, uygulamaların yaygınlaştırılacağı iller arasında
açıklanan İzmir’de neler yaşanacağı daha şimdiden merak
konusudur. Planlamadan ve bilimsel değerlendirme
kriterlerinden yoksun böyle bir uygulamanın Antalya, Muğla
gibi illerde başlatılması halinde yaşanacak olası gelişmeler
ise ürkütücü boyuttadır.
“Mobil” olarak adlandırılan gezici hizmetler ve ihmal
edilen kırsal nüfus
Aile hekimlerinin önemli bir kısmı kent ve ilçe
merkezlerindeki Aile Sağlığı Merkezlerinde hizmet sunmaktadır.
Bu merkezler, kendi bölgelerinde bulunan kırsal alanlara,
belirlenmiş bir plan doğrultusunda gezici hizmetler
gerçekleştirmektedir. Aile hekimleri tarafından yoğun biçimde
“mobil” olarak adlandırılan bu gezici hizmetler esnasında
“kişiye yönelik birinci basamak koruyucu sağlık, tanı, tedavi,
rehabilitasyon ve danışmanlık hizmetlerinin” verilmesi, Aile
Hekimliği Pilot Uygulaması Hakkında Yönetmelik’in 4.
maddesinde belirtilmektedir. Aile hekimleri, gezici sağlık
hizmetlerini istedikleri düzeyde veremediklerini
söylemektedir. Görüşülen aile hekimlerinin bir kısmı gezici
hizmetlerde sadece hasta muayenesine zaman bulabildiğini, bir
kısmı ise hasta muayenesi yapmadan sağlık eğitimi yaptığını
belirtmiştir.
Gözlemler, gezici hizmetlere yönelik planlı bir denetim
olmadığını yansıttığı gibi, kırsal kesimde yaşayanların
modelden yararlanmada önemli eksiklikler yaşadığını
göstermektedir. Aile hekimlerinin kırsal alanda belirli bir
yerde hizmet sunmaktansa il ve ilçe merkezinde bulunmayı
tercih ettikleri ve edecekleri, kendilerine ulaşma olasılığı
düşük kırsal nüfusa ise “mobil” ile ulaşmayı hedefleyecekleri
beklenen bir durumdur. Bu durum, aile hekimlerinin gezici
hizmetlere yönelik belirttikleri eksikliklerle birleşince
önemli bir açmaza yol açmaktadır. Aile hekimlerinin önemli bir
kısmı bu açmazın farkındadır. Sürecin uzun süre böyle devam
etmeyeceğine inanan aile hekimleri, önümüzdeki dönemlerde
yerel yöneticilerin baskısıyla kırsal alanda ikamet etmeye
zorlanmanın kaygısını taşımaktadır.
Kontrolsüz tıbbi teknoloji kullanımı olasılığı
Aile hekimliği uygulamalarında uygun ve doğru tıbbi teknoloji
kullanımı sadece çalışanlar arası rekabete bırakılmıştır.
Tıbbi teknolojinin doğru bir eğitim verilmeden kullanılabilme
olanağı bütçenin verimsiz kullanılmasına yol açabileceği gibi
hasta ve genelde toplum sağlığı açısından istenmeyen
sonuçların ortaya çıkmasına neden olacaktır.
Eksik kayıt sistemi
İl Sağlık Müdürlüğü’nün belirttiğine göre, aile hekimliği
modeli kapsamında tutulan kayıt sisteminde belirgin bir
değişiklik yapılmamıştır ve tutulması planlanan kayıtlar
sosyalleştirilmiş sağlık hizmetlerinde sağlık ocaklarınca
tutulan kayıtlardan farklı değildir. Aile hekimlerinin tümü
bilgisayar donanımına sahiptir, aynı kayıt programını
kullanmaktadır ve internet aracılığıyla veri aktarımı
yapmaktadır. Ancak, önemli bir çoğunluğu daha önceden sağlık
ocağı hekimliği yapmış olan aile hekimleri, hizmet sunumu
sırasında tutulması gereken kayıtları “önemli bir iş yükü
artışı” olarak nitelemektedir. Aile hekimleri ve aile sağlığı
elamanları kayıtların niçin yapıldığı ve ne işe yaradığı
konusunda tatmin edici bilgiden uzaktır. Kayıtlarla ilgili
sorunlara bilgisayar teknolojisinin kullanıma sokulmasıyla
yanıt verilmeye çalışılmaktadır. Gerek İl Sağlık Müdürlüğü
gerekse görüşülen aile hekimleri, “kullandığınız bilgisayar
programı aracılığıyla hizmete yönelik ne tür değerlendirmeler
yapabiliyorsunuz?” sorusuna, “programın raporlama ile ilgili
kısmının henüz tam anlamıyla çalışmadığı, dolayısıyla da
şimdilik bu tür değerlendirmeler yapamadıkları” yanıtını
vermektedir. Hükümet tarafından “Avrupa ile yarıştığı, hatta
bazı alanlarda Avrupa’yı geçtiği” vurgulanan ülkemizde, Sağlık
Bakanlığı’nın ısrarla “pilot” olduğunu ifade ettiği “Düzce
Modeli”nin ilk 6 ayı dolmuş ve ana değerlendirmeye 6 ay
kalmışken, yaşanan bu sorunun çözülememiş olması
inandırıcılıktan uzak ve kaygı vericidir.
Çalışma koşulları
Rekabete dayalı sağlık hizmetleri ve etik yozlaşma
Düzce Modeli’nde hekimler arasında yaratılacak
rekabet ortamının hizmet kalitesini arttıracağı düşünülmüş ve
planlanmıştır. Ancak, uygulamalar, temizlik işçileri gibi
sağlık personeli dışındaki iş gücünün kayıt dışı
çalıştırılması, hekimler arasında özellikle ortak harcamalar
ile ilgili tartışmalar ve yoğun ekonomik çıkar hesapları gibi
kaygı verici sonuçlara yol açmıştır. Model kapsamında 15 Mart
2006’da başlatılması planlanan hekim seçme uygulaması
öncesinde aile hekimlerinin en önemli çabası meslektaşlarından
daha fazla nüfus kaydederek daha fazla ücret alabilmek haline
gelmiştir. Çocuk hastalara balon dağıtmak, her an
ulaşılabilecek adresleri ve iletişim yollarını gösteren
kartvizitler, hatta hekime yönelik bilgileri içeren buzdolabı
süsleri, ekonomik çıkar amaçlı “hasta kapma rekabetin” vardığı
noktayı anlatan çarpıcı örneklerdir. Düzce Modeli her sağlık
personelinin temel kaygılarından biri olan hasta
memnuniyetini, “müşteri memnuniyetine” dönüştürmüş ve kayıtlı
birey sayısı 1000’in altına düştüğünde sözleşmesinin sona
ereceğini bilen aile hekimlerinin yaşamsal kaygısı haline
getirmiştir.
Sağlık ekonomisinin ayırt edici özelliklerinden biri olan
“bilgi asimetrisi” kavramından habersiz biçimde, halkın “iyi
hekimi” araştırıp saptayacağı ve onu tercih ederek kaydolacağı
düşüncesiyle yola çıkanların vardığı nokta, ne yazık ki budur.
İnceleme gezisi sırasında duyduğumuz, “mobil” hizmetine ilaç
firması temsilcilerinin aracıyla gidenler, ileride cari
harcamaların ilaç firmalarınca karşılanacağı, böylece devletin
cari harcamalar için yaptığı ve hekimlerce “örtülü ödenek”
olarak adlandırılan ödentilerin “cepte” kalacağı yönündeki
tümceler ise inanmak istemediğimiz söylemlerdir.
“Yeni bir ekip” ve yitirilen ekip ruhu
Çağdaş sağlık hizmetleri yaklaşımı, sağlık
hizmetlerinin farklı eğitimlere sahip, farklı meslek
gruplarının bir arada çalışmasını öngörür ve önerir. Bu
yaklaşıma göre hekim, hemşire, ebe, sağlık memuru, çevre
sağlığı teknisyeni, tıbbi sekreter gibi farklı meslek grupları
bir araya gelerek ortak bir amaç doğrultusunda sağlık hizmeti
sunarlar. Aile hekimliği modeli, sosyalleştirilmiş sağlık
hizmetlerinin temel unsurlarından biri olan “ekip” kavramına
yeni bir yaklaşım getirmektedir. Yeni model aile hekimi ve
aile sağlığı elemanından oluşan “yeni bir ekip”
tanımlamaktadır. Üstelik 5258 Sayılı Aile Hekimliği Pilot
Uygulaması Hakkında Kanun, aile sağlığı elemanını, aile hekimi
tarafından belirlenecek olan hemşire, ebe ve sağlık memuru
olarak tanımlamaktadır. Hemşire, ebe ve sağlık memuru olarak
sınırlanan bu üç sağlık meslek grubundan en şansız olanı
sağlık memurlarıdır. Aile hekimlerinin, poliklinik,
bağışıklama ve izlem (örneğin gebe muayenesi) gibi
çalışmalarında yoğun biçimde yardım etmesini bekleyeceği aile
sağlığı elemanını sağlık memurları arasından tercih etmeyeceği
beklenen bir durumdur. Uygulamada ebe, hemşire ve sağlık
memuru olarak 3 farklı sağlık meslek grubundan olabileceği
belirtilen Aile Sağlığı Elemanı için belirtilen iş tanımı,
farklı eğitim programları ile yetiştirilen bu çalışanlara aynı
işi yükleyerek farklılıkları yok saymaktadır. Böyle bir
yaklaşım, ileride, aynı işi yapması söz konusu çalışanların
eğitimlerinde bulunmayan işleri nasıl yapacağı ve bu
çalışanları yetiştiren okulların ne olacağı sorularını akla
getirmektedir. Böyle bir “yok sayma” bu okullarda okuyanlar ve
mezunlar için kaygı vericidir.
Bu iki kişilik yeni ekibin ücretleri şimdilik kamu bütçesinden
karşılanmaktadır ve gelecekte de kurulacağı söylenen genel
sağlık sigortasınca karşılanacağı belirtilmektedir. Bu iki
kişilik ekibe katılacak, temizlik işçisinden sağlık çalışanına
kadar, her yeni üyenin ücreti ise aile hekimince
karşılanacaktır. Yaratılan iki kişilik yeni ekibin, sözlük
anlamı dışında bir ekip olmaktan öteye geçemeyeceği açıktır.
Birinci basamak sağlık hizmetlerinin önemli bir bölümünün,
sağlık ocaklarındaki çok yönlü ekipten vazgeçilerek aile
sağlığı merkezindeki iki kişilik bir ekiple yürütülmesini
planlamak, bu anlamda bir geriye savrulma niteliğindedir.
Modelin, ileride, ebe ve hemşirelerin önce ev ziyaretlerinden
çekilmesi, ardından da yerlerini sağlıkçı olmayan yarı
sekreterlerin alması, böylece işsiz kalmalarına yol açması da
beklenen sonuçlar arasındadır.
Para için yapılan bir tercih olarak aile hekimliği
Aile hekimliği modelinde çalışmayı seçerek aile
hekimi ve aile sağlığı elemanı olan sağlık personeli, ödenen
yeni ücretten memnun olduklarını belirtmektedirler. Üstelik
kendilerine kayıtlı olan bireylerin önce onlara başvurmak
zorunda olmalarının hekim kimliklerini ve “imajlarını” olumlu
etkileyeceğine ve toplumsal statülerini yükselteceğine
inanmaktadırlar. Bu düşünceler, sosyalleştirilmiş sağlık
hizmetlerinde sahip olduğu statü kendilerine
duyumsattırılmamış ve bugüne kadar düşük ücret politikaları
ile istihdam edilmiş olan hekimlerin, gördükleri bir yenilik
olarak ifade edilmektedir. Görüşülen aile hekimleri ve aile
sağlığı elemanlarının büyük bir bölümü, önceden yaptıkları
işlerde belirgin bir değişme olmadığını, görünen tek belirgin
farkın Sağlık Ocağı tabelaları yerine asılan Aile Sağlığı
Merkezi tabelaları olduğunu söylemekte ve “sağlık ocağında
çalışırken aynı ücret verilseydi aile hekimliğine geçer
miydiniz?” sorusuna, çoğu zaman gözlerini kaçırarak, “hayır,
neden geçeyim ki?” yanıtını vermektedir.
Çalışma barışına yönelik bir tehdit olarak ücret
eşitsizlikleri
Düzce Modeli kapsamında aile hekimliği veya aile
sağlığı elemanlığına geçmeyen sağlık çalışanları
meslektaşlarından çok daha düşük bir ücretle Toplum Sağlığı
Merkezlerinde görevlendirilmiştir. Toplum Sağlığı Merkezinde
çalışan sağlık personeli, aile hekimliği modelinde yer almayan
sağlık personelinin gözden çıkarıldığını düşünmekte, görev
yaptıkları birimi, sistemi tercih etmeyenlerin düşük ücretle
cezalandırılarak depolandığı yerler olarak algılamaktadır.
Çalışma barışını ciddi boyutta tehdit eden bu uygulama,
kendilerini daha mutsuz, daha yalnız ve daha terk edilmiş
olarak duyumsayan Toplum Sağlığı Merkezi çalışanlarının Aile
Sağlığı Merkezi çalışanları ile birlikte hizmet üretmesini,
hatta onları denetlemesini öngören Düzce Modeli’ni daha
başlangıçta başarısızlığa mahkum etmektedir.
Geçici rahatlama ortamı ve başlayan gelecek kaygısı
Yıllardır süregelen düşük ücretlerin artmış olmasını olumlu
bulan ve memnuniyetle karşılayan aile hekimleri ve aile
sağlığı elemanları, bu uygulamanın geçici bir rahatlama
sağladığını ve uzun süreli olmayacağını düşünmekte ve
gelecekleri ile ilgili ciddi kaygı duymaktadır. Düzce Modeli
kapsamında yapılan ödemelerin “tavan ücret” olarak
belirlendiği ve Bakanlık yetkililerinin ülke genelinde aile
hekimliği modeline geçerken “taban ücret” üzerinden belirleme
yapılacağı yönündeki açıklamaları herkes tarafından bilinmekte
ve kaygıyla izlenmektedir. Düzce’de aile hekimlerine cari
harcamalar için yapılan ödemelerden henüz bir kesinti veya
geri alım yapılmamıştır. Bunun ileride gerçekleşebileceği
inancında ve beklentisinde olup, “ne olur, ne olmaz, belki de
ileride topluca geri isterler” düşüncesiyle para biriktiren
hekimler olması ise, Düzce Modeli’nin yarattığı acı
gerçeklerden biridir. Aile hekimlerinin yanıt aradığı bir
diğer soru ise, ileride genel sağlık sigortası tarafından
kendilerine daha düşük bir ücretle sözleşme yapmaları teklif
edilirse ne yapacaklarıdır.
Ucuzlatılmış emek ve işsizlik tehlikesi
Modelin, yukarıda sözü edilen iki kişilik ekip
dışındaki çalışanların ücretlendirilmesini aile hekimlerine
yükleyen yaklaşımının neden olabileceği temel sorunlardan biri
kayıt dışı çalışmadır. Kayıt dışı çalışma gerek sağlık
çalışanı, gerekse Türkiye ekonomisi için önemli bir kayıp
niteliğindedir. Sağlık personeline ait emek gücünün
ucuzlatılması ise başka bir olumsuz sonuç olarak kaygı
vermektedir. Ülkemizde pek çok yataklı tedavi kurumunun
hemşirelik hizmeti gereksiniminin temizlik firmalarında asgari
ücretle çalışan hemşirelerle karşılandığı gerçeği apaçık
ortadır. Benzer bir durum aile hekimliği modeli için de
beklenen sonuçlar arasındadır. Birlikte çalıştıkları tek bir
hemşirenin iş yükünü karşılamakta güçlüklere neden olduğunu
düşünen ve daha fazla sayıda aile sağlığı elemanına gereksinim
duyduklarını belirten aile hekimleri, daha şimdiden, aile
sağlığı elemanlarına verilen ücretin çok yüksek olduğunu, aynı
ücretin kendi ücretlerine eklenmesi halinde daha fazla
personel çalıştırabileceklerini, hatta böylece işsizlik
sorununu bile çözebileceklerini düşünmektedir.
Aile hekimliği modelinin ileride önemli boyutta
işsizlik sorununa yol açacağı açıktır. Ülkemizin yıllık nüfus
artışı dikkate alınarak yapılan bir hesaplamaya göre, ülke
genelinde aile hekimliği modeline geçildiği zaman, her yıl 450
civarında aile hekimi ve aile sağlığı elemanına gereksinim
olacaktır. Bu tablo sağlık personeli yetiştiren okulların
yıllık mezun sayıları ve açılması planlanan yeni üniversiteler
dikkate alındığında, neyle karşılaşılacağını ortaya
koymaktadır. Karşılaşılacak şey, sağlık alanında sürekli
büyüyen bir işsizler havuzudur. Benzer biçimde bu işsizler
havuzunun kime fayda sağlayacağı da açıktır. İşsiz sağlık
personeli, aile hekimliği modeli ile tümüyle
piyasalaştırılacak ve özel sektöre devredilecek yeni sistemde,
salt yaşamı idame ettirebilmek kaygısıyla, özel sağlık
kuruluşlarının insangücü gereksinimini karşılayacak “ucuz
emekgücü” olacaktır.
KAYBEDİLEN KAZANIMLAR
Aile hekimliği modeli, ülkemizde 40 yılı aşkın bir
süredir yürütülen sosyalleştirilmiş sağlık hizmetlerinin
yerine geçmesi planlanan bir modeldir. Türkiye Cumhuriyeti,
kuruluşundan itibaren halkın sağlığının korunmasına önem ve
öncelik veren bir sağlık hizmetleri geleneğine sahiptir. Henüz
Bağımsızlık Savaşı’nın verildiği günlerde kurulan ayrı bir
Sağlık Bakanlığı, 1930 yılında açılan Etimesgut Sıhhat
Dispanseri ve 1961 yılında uygulanmaya başlayan ve kendinden
17 yıl sonra tüm dünya ülkelerince geçerliliği kabul edilen ve
önerilen Temel Sağlık Hizmetleri yaklaşımına model oluşturan
sosyalleştirilmiş sağlık hizmetleri, bu onurlu geleneğin
birkaç örneğidir.
Sağlık hizmetlerinde yaşanan sorunların çözümü
olarak gösterilen Genel Sağlık Sigortası ve Aile Hekimliği
Modeli’nin, sermaye gruplarına hizmet ettiği tüm taraflarca
kabul edilen Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu gibi
örgütlenmelerin ülkemize dayattığı bir sistem değişikliği
olduğu, önerilen yeni sistemin temel amacının kamusal sağlık
hizmetlerinin piyasa koşullarına terk edilmesi olduğu,
sosyalleştirilmiş sağlık hizmetlerinde yaşandığı vurgulanan
sorunların arkasında yatan temel nedenin politik
kararsızlıklar ve sistematik çöktürme girişimleri olduğu
herkes tarafından açıkça bilinmektedir. Sosyalleştirilmiş
sağlık hizmetlerinin başarısız olduğu ve yaşanan sorunların
çözümsüz olduğu yönündeki düşüncelerin hiç biri gerçeği
yansıtmamaktadır. Türkiye tarihi, istenildiğinde ve siyasal
otorite tarafından desteklendiğinde sosyalleştirilmiş sağlık
hizmetlerinin neleri başarabildiğinin sayısız örnekleriyle
doludur. Sağlık düzeyini gösteren ölçütlerin 40 yıl önceki ve
bugünkü düzeylerinin yan yana yazılması bile –sorunlu olduğu
söylenen- sosyalleştirilmiş sağlık hizmetlerinin neyi
başardığını göstermeye yeterlidir.
Varılan noktada, yapılan tüm uyarılara ve karşı
duruşlara rağmen ısrarla savunularak ülkemiz için önerilen
model Cumhuriyet kazanımlarını yok etmeye yönelik bir
girişimden öte değildir. İl Sağlık Müdürü ve Sağlık
Bakanlığı’nın uygulamadan sorumlu Müsteşar Yardımcısı’nın
“pilot uygulamadan alınan sonuç ne olursa olsun modelin ülke
genelinde uygulanacağı, bunun politik bir kararlılık olduğu”
şeklindeki ifadeleri ise yaşananların ne denli ürkütücü
boyutta olduğunu göstermektedir.
SONUÇ OLARAK
Bizler, Halk Sağlıkçılar olarak; aile hekimliği pilot
uygulaması ile,
·
Ülke kaynaklarının etkin biçimde
kullanılmadığını,
·
Kamuya ait kurum ve donanımın yasal düzenlemesi
belirsiz bir biçimde özel kullanıma sunulduğunu,
·
Tedavi edici hizmetlerin öncelenerek koruyucu
hizmetlerin ikinci plana itildiğini,
·
Ülkemiz insanını olumsuz etkileyecek
uygulamalara geri dönüşümsüz zararlara yol açmadan son
verilmesi gerektiğini,
·
Amacın yeni bir model getirmek değil, var olan
tüm modellerin yok edilerek yüksek kar amaçlı bir karmaşa
ortamı –Düzce’de çalışan bir hekimin deyişiyle “kara düzen”-
yaratmak olduğunu DÜŞÜNÜYOR,
·
Düzce’de ülkemizin diğer bölgelerine oranla daha
iyi altyapı olanaklarına sahip olan sosyalleştirilmiş sağlık
hizmetlerinin tahrip edilmesi anlamına gelen uygulamalara
harcanan paranın çok daha azıyla sosyalleştirilmiş sağlık
hizmetlerinde güncelleme ve iyileştirme sağlanabileceğine,
·
Var olduğu söylenen kaynakların sonu belirsiz
bir macera yerine var olan sistemin desteklenmesi ve
geliştirilmesinde kullanılmasının daha akılcı ve etkin
olduğuna İNANIYOR VE TALEP EDİYORUZ.
Türk Tabipleri Birliği Halk Sağlığı Kolu, Halk Sağlığı
Uzmanları Derneği
Halk Sağlığı Anabilim Dalları Temsilcileri
EK-1:11
Mart 2006 tarihli basın açıklaması
Ülkemizdeki sağlık hizmetlerinin niteliğinin
yükseltilmesi ve iyileştirilmesi için yapılan her türlü iyi
niyetli girişimi saygıyla karşılıyoruz. Bu düşünceyle Sağlık
Bakanlığı tarafından gerçekleştirilmeye çalışılan sağlıkta
dönüşüm programını irdelemek ve pilot uygulama ile ilgili
girişimleri yerinde gözlemek amacıyla, Türk Tabipleri Birliği
Halk Sağlığı Kolu, Halk Sağlığı Uzmanları Derneği, Halk
Sağlığı Anabilim Dalları temsilcileri olarak kısa bir ziyaret
yapmış bulunmaktayız. Bu ziyaretimiz sırasında gösterdikleri
ilgi, konukseverlik ve açık yüreklilikle yaptıkları
açıklamalar nedeniyle başta Düzce İl Sağlık Müdürlüğü
yetkilileri, Bolu Düzce Tabip Odası Üyeleri ve görüştüğümüz
tüm sağlık çalışanlarına teşekkür ederiz.
Kısa gezimizde edindiğimiz gözlemlerimiz ve görüşlerimizi
Sağlık Bakanlığı yetkilileri, meslektaşlarımız ve kamuoyu ile
paylaşmayı bir görev olarak kabul etmekteyiz.
Gözlem ve saptamalarımız şunlardır:
-
Uygulama öncesi hazırlıklar, uygulamaya yönelik
değerlendirmeler yetersiz, plansız ve bilimsellikten
uzaktır.
-
Düzce’de aile hekimliği uygulamasına geçilmesinin
gerekçeleri tatmin edici değildir.
-
Aile hekimliği pilot uygulaması başarısız olsa bile ülke
genelinde yaygınlaştırılacağının vurgulanması kaygı
vericidir.
-
Koruyucu hizmetler önceliğini yitirmiştir. Birlikte
verilmesi gereken toplumsal hizmetlerin ayrı birimlerce
yürütülmesi planlanmıştır. Örneğin, bulaşıcı bir hastalık
ile karşılaşılması durumunda aile hekimlerinin sorumluluğu
yalnızca bildirim ile sınırlıdır.
-
Toplumsal ölçekte programlı bir gebe, loğusa, bebek ve çocuk
izlemi ve bağışıklama hizmeti gözlenmemiştir.
-
Koruyucu hizmetlerin alanda sürdürülmesinden vazgeçilmiş,
hizmet sadece başvuranlar veya çağrıldığında gelenler ile
sınırlandırılmıştır.
-
Hizmet kapsamındaki nüfusun tespitinde muhtarlık kayıtlarına
ve bireysel başvurulara güvenilmektedir ve olası mevsimsel
değişimlere (mevsimlik işçi, turizm, vb.) karşı planlı bir
hazırlık gözlenmemektedir.
-
Rekabetin hizmet kalitesini arttıracağı düşünülmüş ve
planlanmıştır, ancak uygulamalar hekim dışı personelin kayıt
dışı çalıştırılması, hekimler arasında özellikle ortak
harcamalar ile ilgili tartışmalar ve yoğun ekonomik çıkar
hesapları gibi kaygı verici sonuçlara yol açmıştır.
-
Sosyalleştirmenin temel insan gücünü oluşturan “ekip”
kavramı parçalanmış, çok yönlü ekibin yerini “iki kişiden
oluşan” yeni bir ekip almıştır. Bu durum ileride önemli bir
işsizlik sorunu yaşanabileceğinin habercisidir. Sözleşmeli
statüde çalışma, sosyal güvenlik haklarını ortadan
kaldırmıştır.
-
Aile hekimliğinde görev almayan personelin gözden
çıkarıldığı ve yoğun ücret eşitsizlerine maruz bırakıldığı
gözlenmiştir. Bu eşitsizlikler çalışma barışına kalıcı zarar
verecektir.
-
Kayıtlar ve önemli bir sorun olarak görülmektedir. Kayıtlar
ile ilgili yeni bir sistematik yoktur. Kayıtlarla ilgili
sorunlara bilgisayar vb. teknoloji ile yanıt verilmeye
çalışılmaktadır. Aile hekimleri ve aile sağlığı elamanları
kayıtların niçin yapıldığı ve ne işe yaradığı konusunda
tatmin edici bilgiden uzaktır.
-
Planlanan gezici hizmetlerin yetersiz kaldığı ve sadece
tedavi edici hizmetlerle sınırlı gerçekleşebildiği
belirtilmiştir.
-
Toplum Sağlığı Merkezleri her türlü sorunda
görevlendirilebilecek yedek kuvvetler olarak
algılanmaktadır. Toplum Sağlığı Merkezleri daha düşük
ücretle çalışan, daha mutsuz ve daha terk edilmiş sağlık
çalışanları ile hizmet sunmaktadır. Bu merkezler, aile
hekimliğini tercih etmeyen personelin daha düşük ücretle
depolandığı birimler halindedir.
-
Aile Hekimleri ve diğer aile sağlığı elemanları, yıllardır
süregelen düşük ücretlerin artmış olmasını olumlu bulmakta
ve memnuniyetle karşılamakta, ancak bu uygulamanın uzun
süreli olmayacağını düşünmekte ve gelecekleri ile ilgili
kaygı duymaktadır.
-
Uygulamanın olmazsa olmazı olarak nitelenen ve belirtilen
sevk zinciri (hastaların aile hekiminden sevk almadan
hastanelere başvuramaması) yaşama geçirilmemiş ve Sağlık
Müdürlüğü tarafından gerekli bulunmadığı ifade edilmiştir.
-
Uygulamaların tüm aşamalarında görev alan sağlık
çalışanları, hekim dışı personelin gözardı edildiğini
vurgulamıştır. Bu durum, ekip ruhuna önemli oranda zarar
vermektedir.
-
Hizmeti kullananlar, yeni uygulamalarla yaşanan değişimlerin
çok farkında olmamakla beraber, hep aynı hekimle iletişim
kurmalarını olumlu olarak değerlendirmektedir.
-
Aile hekimlerinin çalışma ortamına yönelik olanaklarında
önemli bir değişim gözlenmemiştir. Çoğu yerde yalnızca
“Sağlık Ocağı” tabelalarının yerine “Aile Sağlığı Merkezi”
tabelasının koyulduğu gözlenmiştir.
-
Düzce’de yürütülen uygulamalar, ülke genelinde
yaygınlaştırılması planlanan modelin prim toplanması,
hizmetin toplanan primler ile finanse edilmesi ve sevk
zinciri gibi unsurlarından yoksundur. Bu yönüyle uygulamalar
“pilot”, hatta “pre-pilot” uygulama niteliğinden uzaktır ve
dolayısıyla da uygulamalardan elde edilecek sonuçların
ülkesel ölçekte yaygınlaştırma öncesinde fikir vermesi
bilimsel olarak olası değildir.
-
Görüşülen hekimlerin ifadelerine göre, ilaç harcamaları
yaklaşık %40-50 artmıştır. Hükümet, Düzce’de ortaya çıkan
sağlık hizmetlerindeki maliyet artışlarını açıklamalı ve
hesabını vermelidir.
-
Aile hekimliği uygulamalarında uygun ve doğru tıbbi
teknoloji kullanımı sadece çalışanlar arası rekabete
bırakılmıştır. Tıbbi teknolojinin doğru bir eğitim
verilmeden kullanılabilme olanağı bütçenin verimsiz
kullanılmasına yol açabileceği gibi hasta ve genelde toplum
sağlığı açısından istenmeyen sonuçların ortaya çıkmasına
neden olacaktır.
Bizler, Halk Sağlıkçılar olarak; aile hekimliği pilot
uygulaması ile,
·
Ülke kaynaklarının etkin biçimde
kullanılmadığını,
·
Kamuya ait kurum ve donanımın yasal düzenlemesi
belirsiz bir biçimde özel kullanıma sunulduğunu,
·
Tedavi edici hizmetlerin öncelenerek koruyucu
hizmetlerin ikinci plana itildiğini,
·
Ülkemiz insanını olumsuz etkileyecek
uygulamalara geri dönüşümsüz zararlara yol açmadan son
verilmesi gerektiğini,
·
Amacın yeni bir model getirmek değil, var olan
tüm modellerin yok edilerek yüksek kar amaçlı bir karmaşa
ortamı –Düzce’de çalışan bir hekimin deyişiyle “kara düzen”-
yaratmak olduğunu DÜŞÜNÜYOR,
·
Düzce’de ülkemizin diğer bölgelerine oranla daha
iyi altyapı olanaklarına sahip olan sosyalleştirilmiş sağlık
hizmetlerinin tahrip edilmesi anlamına gelen uygulamalara
harcanan paranın çok daha azıyla sosyalleştirilmiş sağlık
hizmetlerinde güncelleme ve iyileştirme sağlanabileceğine,
·
Var olduğu söylenen kaynakların sonu belirsiz
bir macera yerine var olan sistemin desteklenmesi ve
geliştirilmesinde kullanılmasının daha akılcı ve etkin
olduğuna İNANIYOR VE TALEP EDİYORUZ.
Türk Tabipleri Birliği Halk Sağlığı Kolu, Halk Sağlığı
Uzmanları Derneği ve
Halk Sağlığı Anabilim Dalları Temsilcileri
EK-2:
“HALK
SAĞLIKÇILAR SAĞLIKTA DÖNÜŞÜMÜ TARTIŞIYOR” PROGRAMINA KATILIM
|
DÜZCE
İNCELEMESİ |
“HALK
SAĞLIKÇILAR SAĞLIKTA DÖNÜŞÜMÜ TARTIŞIYOR” |
Hacettepe |
Zafer
Öztek,
Sarp
Üner,
Gökhan Telatar,
Nüket
Paksoy Subaşı
Şevkat Bahar Özvarış |
Zafer
Öztek,
Şevkat Bahar Özvarış,
Nüket
Paksoy Subaşı,
Songül Vaizoğlu |
Ege |
Meltem Çiçeklioğlu
Şafak
Taner Gürsoy
Raika
Durusoy Onmuş
Aslı
Davas Aksan
Kevser Vatansever
Feride Saçaklıoğlu |
Meltem Çiçeklioğlu
Şafak
Taner Gürsoy
Raika
Durusoy Onmuş
Aslı
Davas Aksan
Kevser Vatansever
Feride Saçaklıoğlu |
Başkent |
Coşkun Bakar
İrem
Budakoğlu |
Coşkun Bakar
İrem
Budakoğlu |
Mersin |
Tayyar Şaşmaz |
Tayyar Şaşmaz |
Dokuz
Eylül |
Reci
Meseri
Bülent Kılıç
Hatice Giray
Gazanfer Aksakoğlu |
Reci
Meseri, Bülent Kılıç
Hatice Giray, Gazanfer Aksakoğlu,
Türkan Günay, Reyhan Uçku,
Özkan
Bağcı |
Selçuk (Meram) |
|
Mustafa Mete |
Pamukkale
|
Mehmet Bostancı
Binali Çatak
Mehmet Zencir |
Mehmet Bostancı, Binali Çatak
Mehmet Zencir, Aysun Özşahin,
Özgür
Sevinç |
Yüzüncü Yıl
|
Ayşe
Yüksel |
Ayşe
Yüksel |
Karaelmas Üniv.
|
Ferruh Ayoğlu
Zühtü
Şahin |
Ferruh Ayoğlu
|
Marmara Üniv. |
Nilüfer Özaydın |
|
Manisa Tabip Odası
(Celal Bayar Üniv.) |
Nasır
Nesanır |
Nasır
Nesanır |
Uludağ Üniv. |
Mehmet Gülay
Özlem
Kizek |
Mehmet Gülay
Özlem
Kizek |
Trakya Üniv. |
Muzaffer Eskiocak |
Muzaffer Eskiocak |
Çukurova Üniv |
Gülseren Ağrıdağ |
Gülseren Ağrıdağ |
Ankara Üniv. |
Deniz
Çalışkan, Meltem Çöl
Oya
Özdemir Kanyılmaz |
Deniz
Çalışkan, Meltem Çöl,
Ferda
Özyurda, Harun Balcıoğlu |
Akdeniz Üniv. |
|
Necati Dedeoğlu |
Gazi
Üniv. |
Remzi
Aygün |
Remzi
Aygün, Hakan Tüzün,
Evin
Aras |
Kocaeli |
Onur
Hamzaoğlu, Umut Özcan, Selim Yüksel, melike erkoç,
|
|
Abant
İzzet Baysal |
Atilla Mayda, Nuray Yeşildağ, Gökçe Çağdaş Gerçek,
Cem
Yıldırım, Sinemis Çetin Dağlı |
|
|
Bolu-Düzce Tabip Odası 5 hekim |
|
Cumhuriyet Üniv. |
|
Ferit
Koçoğlu |
SDÜ
Tıp Fak. (İsparta) |
|
A.Nesimi
Kişioğlu |
Kastamonu İl Sağlık Müd. |
|
Esin
Kulaç |
İzmir
İl Sağlık Müd. |
|
Mestan Emek |
Türkiye Verem Savaş Federasyonu |
|
Ali
Rıza Erdoğan |
TTB-MK |
|
Orhan
Odabaşı |
Boğaziçi Üniv. |
|
Asena
Günal |
AÜ
Siyasal Bilimler |
|
Seyhan Erdoğdu, Faruk Ataay |
-
Halk
Sağlığı Anabilim Dalları:
22 üniversiteye bağlı Halk Sağlığı Anabilim Dalı öğretim
görevlileri..
Ege, Dokuz Eylül, Pamukkale, Trakya, Karaelmas, Uludağ,
Kocaeli, Akdeniz, Çukurova, Cumhuriyet, Hacettepe, Ankara,
Gazi, Başkent, Yüzüncüyıl, Süleyman Demirel, Celal Bayar,
Selçuk-Meram, Mersin, İstanbul, Marmara, Abant İzzet Baysal.
-
İzmir ve
Kastamonu İl Sağlık Müdürlük’lerinde görev yapan halk
sağlıkçılar,
-
Ankara Üniv.Siyasal
Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi ve Çalışma Ekonomisi bölümü
öğretim görevlileri.
-
Boğaziçi
Üniversitesi
-
Türkiye
Verem Savaş Federasyonu üyeleri
-
Bolu Düzce
Tabip Odası üyeleri
-
TTB-MK
üyeleri
|